Pazartesi, Aralık 23, 2024
Google search engine
Ana SayfaUncategorizedSosyal çürümüşlük nasıl başladı, Aydın’ı ve toplumu nasıl esir aldı?

Sosyal çürümüşlük nasıl başladı, Aydın’ı ve toplumu nasıl esir aldı?

Üniversitelere bağlı 110’nun üzerinde İlahiyat Fakültesi, İslami İlimler Fakültesi ve buralarda okuyan binlerce öğrenci bulunuyor.Onların yirmi yıldır halledemediği bir konuyu İmamlar ve müftüler hangi sihirli değnekle, nasıl çözecekler insan merak ediyor.

Son zamanların ilgi çeken konusu toplumsal yozlaşma ve sosyal çürümüşlük kavramlarıdır.

Oysa bir yıl öncesine kadar konuyu bir sokak röportajında Sosyolog Dr.Zeliha Bürtek   veciz bir şekilde dile getirmesine rağmen medya bu güne kadar üzerinde durmamıştı.

Hatta sokak röportajındaki sözlerine küçümser bir tavırla “Allah kocasına sabır versin” yorumunda bulunanlar bile olmuştu, cehaletin ulaştığı boyutu varın siz tahmin edin artık.

Hâlbuki dikkat çekilmek istenen sosyal çürümüşlük pençesine düşürdüğü milletleri uzun vadede felç eden bir hastalıktır.

Milletçe günümüze kadar bu illete tutulmadıysak bunu Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve Ahi Evran gibi şahsiyetlerden miras kültürün bir devamı “Anadolu İrfanı’na” borçluyuz,demek mümkündür..

Çünkü Anadolu İrfanı geleneğine göre günümüz bir numaralı değeri olan para amaç değildir, araçtır. Ayrıca elde edilişi de helal yoldan, alın teriyle ya da zarar riskini de içinde barındıran ticaretle olması gerekir.

Paranın araç olduğu daha elli yıl öncesine kadar Anadolu İnsanı ilk önce ailesinin geçimini sağlamayı, başını sokacağı bir eve sahip olmayı, ardından da çocuklarını baş göz edecek bir imkâna kavuşmayı düşünürdü..

Kazancından artarsa sebzesini,meyvesini yetiştirecek yeterlikte bir bahçe,tüketeceği yağını, zeytinini karşılayacak birkaç zeytin ağacı almak isterdi.

Varlıklılar ise kazandığı paranın bir kısmını cami, öğrenci yurdu, köprü, çeşme yapımı, spor kulübü gibi sosyal yardımlara ayırırlardı..

Tüfek icat oldu mertlik bozuldu hesabı ne zaman para araç olmaktan çıktı amaç oldu işte o zaman gerek mesleki gerek kültürel, gerek ahlaki gerekse politik alanda sosyal çürüme de başladı.

Para gücünün insanlara aşıladığı aşırı kazanç hırsını frenleyen, haram, helal, yetim hakkı, alın terine dayalı emek gibi değerleri hak ile yeksan etti ve yerine parayı ve çıkarı monte etti.

Anadolu İrfanı döneminde görünür olmaktan uzak olan zenginlik günümüzde yeni yetme kültürsüz zenginlerin elinde gösterişe önem veren zenginlik yan kültürüne dönüştü.

Toplumda bu güruh işini bilen insan muamelesi görünce paranın gücü ile siyasetin gücü birleşti ve sahiplerinin değerleri bir kat daha arttı. Böylelikle ucundan da olsa yozlaşma siyaset alanına da bulaşmış oldu.

 Bunun sonucunda zaten bozuk olan gelir dağılımında artan eşitsizlik, zenginle fakir arasındaki makasta büyüme, bir de bunun üzerine enflasyon toplumun pek, farkında olmadığı sosyal çürümeyi derinleştirdi.

Bu sosyal hasarda haramzadelerin daha fazla kazanç hırsıyla uydurdukları ahlakla ibadet birbirinden ayrıdır safsatası ve işlerine Allah’ı da ortak etmelerinin yıkıcı etkileri olduğu söylenebilir.

Sosyal çürümeye devletin ürettiği çözüm ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında yapılan ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum) Projesidir.

Eğer sosyal çürüme tek merkezli, dini kaynaklı olsaydı:

-Günümüzde dini özgürlüklerin kullanımının önünde hiçbir engel bulunmuyor

-İmam Hatip Ortaokulları ve liselerinde 1,5 milyona yakın öğrenci var ve bu okullar en itibarlı dönemlerini yaşıyor.

-Her okulda yeterli Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinin Kur’an-Kerim ve Siyer başta yaklaşık 20 yıldır okuttukları dini içerikli seçmeli ders var.

-Üniversitelere bağlı 110’nun üzerinde İlahiyat Fakültesi, İslami İlimler Fakültesi ve buralarda okuyan binlerce öğrenci bulunuyor. Onların yirmi yıldır halledemediği bir konuyu İmamlar ve müftüler hangi sihirli değnekle, nasıl çözecekler insan merak ediyor.

Sosyal çürümüşlükte ikinci neden siyaset geleneğimizdir, denebilir. Alman Birliğinin kurucusu Bismarck siyaseti tanımlarken ”mümkün olanın sanatıdır,”  der.

Bu tanım bize gelirken “imkân sanatıdır,” şeklinde anlaşılmıştır. İkisi arasında anlam farkı olduğu gayet açıktır.

Siyaset imkan sanatı olarak yorumlanınca her parti, iktidar döneminde kendi zenginlerini yaratmayı kendine bir hak olarak görmüştür.Sonuçta gelir adaletini sağlamak bir türlü mümkün olmamıştır.

Ayrıca absürt bir görüşe göre ahlaki kurallar siyaset söz konusu olduğunda geçerli olmaz..Diğer taraftan siyaset fakir işi değildir pahalı bir uğraşıdır.Bilhassa kaynak konusundaki belirsizlik ahlaki alandaki absürt görüşle birleşince siyaseti suistimallere açık hale getirir.

Ondan mıdır,bilinmez diğer belediyelerle karşılaştırıldığında iki dönemdir Efeler Belediyesi’nin adı yolsuzluk konusunda basının gündeminden düşmüyor.

Çürümenin boyutunu göstermesi açısından işitende “çalmak çalışmanın bir şartıymış” izlenimine yol açan “çalıyor ama çalışıyor” söylemi oldukça önemlidir

Bu yargı halkın sosyal çürümüşlüğü kanıksadığı, üçüncü dünya ülkeleri seviyesine  indiğimiz  anlamına gelir.

Artık bundan sönrası yüzsüzlüğün geçer akçe haline geldiği hırsızın itibar gördüğü ve hoşgörü ile karşılandığı yani sosyal çürümüşlüğün tedavisinin imkansız hale gelmesi  demektir.

[article id=”5276″ color=”bg-primary”][/article]

RELATED ARTICLES
- Advertisment -
Google search engine

Most Popular

Recent Comments